Blog sahibi olmanın da bir zamanı varmış demek ki; o zaman da şimdi geldi.
Bundan böyle içimden geldikçe yazdıklarımı, öğrendiğimde paylaşmazsam olmaz dediklerimi, şimdilerde bana anayurda dönmüşüm hissi veren psikoloji topraklarındaki keşiflerimi; bazen sorularımı, bazen kendimce bulduğumu sandığım yanıtlarımı paylaşma platformu olacak burası.
Önce biraz nerden geldik buraya, hem kendime bir hatırlatma hem merak edene not olarak düşmüş olayım.
Aslında ben zaten psikoloji okumuştum. Yani 30 sene önce aldığım bir psikoloji lisans diplomam vardı. Ama mezuniyetimin hemen sonrasında hatta diplomamı bile almadan önce reklamcılığa başlamıştım. Bizim zamanımızda öyle iletişim fakülteleri falan yoktu; işletme, psikoloji, sosyoloji eğitimi alanlara hele de muteber okullardan mezunlarsa reklam dünyası kırmızı halı seriyordu adeta. Türkiye’nin pazarlama faaliyetleriyle iştahla kucaklaştığı dönemlerdi, reklam ajansları yorucu, talepkar ama eğlenceli ortamlardı. Ben de o zaman o dünyaya bir adım attım. Atış o atış oldu; önce 10 sene profesyonel çalıştığım sektörde sonra da 15 sene kendi ajansımı yöneterek gümüş yılımı devirdim. Ve jübilemi yaptımJ Aslında nefes almayı bile unutarak yaşadığım hayatıma zorunlu bir nefeslenme molası verdim. Bunun mola olduğunu o zaman bilmiyordum, belki de sona geldim demiştim. Ama daha yolum varmış gidilecek ki, soluklanıp sonra yeniden baktım önüme, yoluma.
İşte psikoloji o zaman bana hatırlattı kendisini. Ne kadar severek seçtiğimi, severek okuduğumu ama nasıl da yarıda bıraktığımı fark ettim. Bu defa kendim için, bir hedefe kilitlenmeden; sakin sakin okumalara, keşiflere başladım. Önce tasavvufa da ilgim dolayısıyla karşıma çıkan nefs psikolojisi (bir tanımıyla ben ötesi psikolojisi / transpersonal psychology) ile yolum kesişti. Altı ay boyunca birebir terapi / öğrenim analizi aldım. Kendime ilk kez bu kadar dikkatle dönüp baktığım ve belki de hayatımda ilk kez kendimi dinlediğim, kendime eğildiğim bir dönem oldu. Rüyalarıma kulak verdim; kendimi, bana olanları, bende olanları önce fark etmeye, sonra kavramaya, anlamlandırmaya zaman ve enerji harcadım. Çok ilginçti gerçekten. İnsanın kendi coğrafyasını keşfetmesi kadar zenginleştirici bir seyahat deneyimi yok sanırım. Kendi içimizde ne çok derin denizler, yalçın dağlar, sürprizli ormanlar, sessiz uyuyan çöller var. Hepsine usul usul yaklaşmak, dokunmak, dinlemek, hemhal olmak sarsıcı olduğu kadar ödüllendirici. İnsanın kendini keşfetmek kadar büyük bir işi yok aslında bu yolculukta. Başka herşey teferruat.
Yola devam ederken Gestalt girdi hayatıma. Bu kez gerçekten girdi. Zira Gestalt denildiğinde benim için onca psikoloji lisansından kalan “the whole is greater than the sum of its parts” ezberiydi. Bir de genç ve yaşlı kadın imgesi. Oysa meğer ne çok şey varmış Gestalt’in hayatı kavramak için bana sunacağı.
Sanki bir kaleydoskop gibi Gestalt. Hayatın çok renkli, çok boyutlu, çok değişken (algılarla ve bakış açılarıyla hep başka olasılıkları barındıran ve mümkün kılan) halini görmemize araç oluyor. Hatta “Kaleydoskop” kelimesi Yunanca kalos(güzel), eidos (biçim), scopos (izlemek) sözcüklerinden türetilmiş. Güzel şekilleri izleme aygıtı yani. Gestalt da hayattaki şekilleri izleme aygıtı olarak pek ala tanımlanabilir.
Kendi adıma Gestalt’te en çok kutupları sevdim. Gestalt hayatta her şeyin kutbuyla var olduğunu hatırlatır bize ve insanın bu kutuplar arasında gezinebilme, denge kurabilme kapasitesine dikkat çeker. Belki bu yüzden bana huzur verdi kutuplar. Hayattaki kabullerimi kolaylaştırdı. Herkes gibi içimde bir derya barındırdığımı; empatik/vurdumduymaz, sempatik/nobran, olgun/delifişek, yardımsever/kıskanç…. bir sürü farklı ben olabileceğini, hepsinin mayasının bende olduğunu, içimde her duygunun bulunduğunu ve bunun normal olduğunu fark ettim, anladım, kabul ettim. Bir sürü farklı duygunun, o duyguların ortaya çıkardığı farklı ben’lerin varlık hakkını tanıdığımda hayat kolaylaştı. Reddetmediğimde, görmezden gelmediğimde, her hali normalleştirdiğimde tercihlerim devreye girebilmeye başladı. Yaşamın tercihlerden oluştuğunu ve tercihlerimin zaman ve durum bağlamında değişebileceğini, bunun da normal olduğunu kavradım. Bende bildiğimden fazlası olduğunu ve her hali sevmemek gibi bir yolum olmadığını gördüm. Bunları belki Gestalt söylemedi ama vesile oldu. Kutuplar, farklı kavrayışlara çok ciddi yol açtı benim yolculuğumda.
Ve nihayet başka bir durağa da geldim. Gestalt, psikanaliz okuma grupları, çeşitli yan eğitimler vs derken ve bu yolculuk ömür boyu sürecek belli ki diye içselleştirmişken, psikolojiyi artık başkalarına da dokunmak için araç kılmaya niyet ettim. Ellinci yaşıma çok yaklaşmışken bu denize yeniden girmiştim ve 53 yaşında da klinik psikoloji yüksek lisansıma başladım. Hala devam ediyorum. Bu sene sonunda klinik psikolog olarak kendimi tanımlayabileceğim; ama elbette öğrenme devam edecek, hem de hayat boyu.
Burada da öğrendiklerimden, bende iz bırakanlardan; sizde de belki yeni sorulara, bazen cevaplara, kavrayışlara vesile olabileceklerden bahsetmek üzere yazacağım.
Umarım yolumuz bu satırlarda sıklıkla kesişir. Yazı dünyama, bloğuma hoşgeldiniz.